Hayat o kadar farklı akıyor ki, bazen yetişmek mümkün değil gibi.
Paspas’ı anlattığım bir yazı paylaşmayı planlıyordum ama bu şekilde değil.
Aslında iki defa genel hatlarıyla yazımı bitirmeme rağmen hâlâ içimde “yeterince iyi mi, ona olan sevgim net anlatılmış mı, güzel özelliklerinin hepsinden bahsetmiş miyim” kaygısı yaşıyordum.
Bugün ise yazmak ve paylaşmak zorunda olduğum en zor yazıyı yazıyorum: Paspas’a son veda…
Uzun sandığım zaman o kadar uzun değilmiş,
sandığım kadar vaktimiz de yokmuş.
Her şey o kadar hızlı gelişti ki, ne yaşadığımı anlayabildiğimden emin bile değilim.
Hâlâ dönmesini bekliyorum…
Paspas, doğduğunda annesi tarafından reddedilmişti. Denizli’den İstanbul’a otobüsle bir kutu içinde, minicik hâliyle anne sütü dâhi almadan gelmişti.
Sevgilime verilirken, “yaşaması bir mucize, çok bağlanma.” denmişti.
Ve ikisi birlikte o mucizeyi başarmışlardı.
Paspas sağlıklıydı, büyüyordu… ve sonra hayatlarına ben dâhil oldum.
Tam 1 yaşını doldurduğunda hayatına girmiş olsam da önceki on iki ay için sevgilimi hâlâ çok kıskanıyorum. Ben adını kendine yakıştıramasam da, o ilk gri tüyleri, henüz yeni çıkarken gerçekten bir paspasa benziyormuş ve adını bu şekilde almış.




Onunla ilk gördüğüm anda ona aşık olmuştum.
Bal rengi güzel gözleri, yumuşacık patileri, kendine has tavırları…
Her British gibi Paspas da kendini sevdirmiyor, insanlara yaklaşmıyordu ama ben de çok inatçıydım.
Ödül mamaları, ona gösterdiğim özen, erkek arkadaşımın çabası ve sürekli onlarla olmam sayesinde en sonunda Paspas’la asla kopmayacak sonsuz bir bağ kurmuştum.
Artık Paspas benimle de uyuyor, benden bir şeyler talep ediyor, erkek arkadaşım ona kızdığında bana sığınıyordu.



Ben gelmediğimde kapıya bakıyor, uykumdan uyandırmaya geliyor ve günaydın öpücükleri veriyordu.
Bazen ona verdiğim yemekleri tabaktan değil, özellikle elimden yiyordu. Üstelik damak tadımız benzediği için yediğim içtiğim her şeyi önce o kokluyordu.
Dışarı çıktığımızda bana gerçekten iki koluyla insan gibi sarılması, hayatımda hissettiğim en güzel duyguydu. Onun hayatına şahit olmak ise hayatımın en büyük şansıydı.


Hatta bazen, bir gün çocuk sahibi olsam bile Paspas kadar sevemeyeceğimi düşünüyordum. Zaten sık sık “onu ben doğurdum” diye geziyordum.
İnsana en güzeli kendi yavrusu gelir, evet, ama Paspas gerçekten onu gören herkesi büyülüyordu. O kadar güzeldi ki, ona kayıtsız kalmak imkânsızdı.
Öyle ki, Paspas’ı gördükten sonra kedi sahiplenen bir arkadaşımız bile oldu.
Her şey bu kadar güzel giderken, bir anda hayat tepetaklak oldu.
Paspas yemek seçen bir kediydi, maması bittiği için aynı markanın farklı içeriklisini almak zorunda kalmıştık. Bir hafta kadar aralıklı kusmaya başladı. Sonra ona tavuk haşlayıp verdik ve düzeldi, kusmaları kesildi. Hafta ortası zaten veterinere gidecektik. Düzelince de acele etmedik.
Kendi mamasının geldiği gün ben işteyken Paspas yemek yemeyi reddetmişti, hem mamasını hem de tavuğunu. Erkek arkadaşım ağzının koktuğunu farkedip hemen Paspas’ı en yakın veterinere götürdü. Ertesi gün ise kendi veterinerimize gidecektik.
30 Eylül Salı, öğleden sonra 2 civarı
erkek arkadaşım aradı.
Paspas’a böbrek yetmezliği ve anemi teşhisi konmuş, hemen yatış verilmişti. Durumu kritikti.
Paspas kapı açıkken bile dışarı yeltenmeyen bir kediydi ama şimdi hem bizden hem de evinden uzakta kalacaktı.
Kan sonuçları kötüydü.
Dört ayrı veteriner görüşüne göre bir ihmalimiz yoktu ama düşünmeden edemiyordum: “Acaba düzenli kan tahlilleri yaptırsaydık bir şeyler değişir miydi, yoksa bu akut bir hastalık mıydı?
O kadar çaresizdik ki… Ne kan verebiliyoruz ne de böbrek.
Elimiz kolumuz bağlanmıştı.
Sabah işe gitmeden ve akşam dönüşte Paspas’ı ziyarete gidiyordum.
Benden sonra ise erkek arkadaşım gidiyordu. Hep üstüne yattığı bez çantamı da onun yanına bırakmıştım. Böylece sık sık bizi görmüş oluyor, daha az yalnız kalıyordu.
Paspas o salı gününden sonra kendisi yemek yemedi, veterinerler tarafından beslendi. Buna rağmen yemeyi reddetmemesi bile bir umuttu. Tedavi görüyordu ama sonuçlar için kendi veterinerimizin de önerisiyle 5 koca gün bekledik. Sonuçlar ise tamamen kötüleşmişti.
Paspas tedaviye yanıt vermemiş, değerleri yükselmiş ve kanı düşüyordu. Oradan çıkardık, ne yapacağımızı bilemez halde kendi veterinerimize gittik.
Olanları anlayamıyor asla kavrayamıyordum. İyi ihtimale inanmak istiyordum ama kötü ihtimalde aklımdan çıkmıyordu.
Paspas yoğun bakıma alındı.
Bir şekilde eve döneceğine inanıyordum.
Belki de sadece öyle inanmak istiyordum.
Ertesi sabah ona tavuk götürecek, ellerimle verecektim.
Elbette her şey düzelecekti…
Her ne kadar bu hastalık hep onunla kalacak olsa da kötü şeyler düşünmek istemiyordum. Bilmiyorum, hasta olarak yaşaması mı daha iyiydi yoksa bu son mu? Bencil olmak istemem ama yanımda kalmasını çok isterdim.
5 Ekim Pazar sabahı, saat 10:20
Telefonum çaldı.
Veterinerden arıyorlardı.
Aklıma bile getirmek istemediğim o ihtimal, gerçeğe dönüşmüştü.
Paspas’ı kaybetmiştik.
Sadece “gerçekten mi?” diyebildim aptal bir ses tonuyla.
Erkek arkadaşıma ise sadece gözlerimle anlatabildim.
Evdeki o boşluk gittikçe büyüyordu,
içimden bir şeylerin kopup gittiğini hissedebiliyordum.
hayatımda ilk kez bu kadar yakınımı kaybettim.
Onu aldık, beyaz bir örtüye sarılmıştı.
Yüzünü görmek, bir kez daha öpmek istedim…
ama izin vermediler.
Paspas gitmişti, artık evde koşup kovalamaca oynamayacak, benimle uyumayacak, yemeklerimi koklamayacaktı. Tasmasındaki ritmik koşu sesini bir daha duyamayacak ve güzel gözlerine bakamayacaktım.
Bundan her zaman korkmuştum. Bir sene önce gördüğüm bir rüyada Paspas ölüyordu. Rüyanın etkisinden o kadar çıkamamıştım ki, uyanır uyanmaz deli gibi ağlamaya başlamıştım. Şimdi ise gerçekten bunu yaşıyorum.
Hiçbir şeyin tadı yok.
Paspas koklamadıkça, sulanmadıkça yediğim yemeğin bir tadı yok.
O kadar büyük ki yokluğu, o kadar eksiğiz ki, bir tarifi yok.
Hayatın ne kadar zamansız olduğunu bir kez daha anlıyorum, çok acı şekilde.
Paspas’a
5,5 yıllık hayatının 4,5 yılına eşlik edebilmek hayatımın en büyük şansıydı.
Sen gördüğüm en güzel, en zeki ve en özel kediydin.
Bir kediden çok daha fazlasıydın.




Şimdi bir daha, bir dahaların olmayacağı gerçeği içimi alev alev yakıyor.
Seni her gün daha fazla özlüyorken yokluğuna nasıl alışılır bilmiyorum.
Yine de acı çekmemiş olman tek tesellim.
Her zaman benim bebeğim olarak kalacaksın
ve aramızdaki sonsuz bağı asla kopartmayacağım.
Seni hiçbir zaman unutmayacağım anneciğim.
İyi ki vardın.

One comment on “Paspas’a Son Veda”